15. Bölüm
Altıncı gezegen beşinciden altı kez büyütktü. İçinde, cilt cilt kocaman kitaplar yazan yaşlı bir bay oturuyordu.
Küçük Prens'i görünce:
- Bak, bir kaşif geliyor, diye bağırdı.
Küçük Prens masasının üstüne oturdu, biraz soluk aldı. Yolculuktan yorgun düşmüştü.
Yaşlı bay:
- Nereden geliyorsun? diye sordu.
- Bu büyük kitap da ne? dedi Küçük Prens. Ne yapıyorsunuz burada?
- Ben coğrafyacıyım.
- Coğrafyacı olmak ne demek?
- Coğrafyacıi denizlerin, ırmakların, şehirlerin, dağların, çöllerin nere olduğunu bilen bir bilgindir.
- Oo... çok ilginç bir iş! İşte gerçekten bir meslek, dedi Küçük Prens ve çevresine bir göz gezdirdi.
Böyle görkemli bir gezegen görmemişti daha.
- Gezegeniniz pek güzel. Okyanusları var mı?
- Bilemem.
- Nasıl olur? (Küçük Prens hayal kırıklığına uğramıştır.) Dağlar var mı?
- Onu da bilemem.
- Peki, şehirler, ırmaklar, çöller mi var?
- Onu da bilemem.
- Peki, coğrafyacı değil misiniz?
- Coğrafyacıyım, ama kaşif değilim. Kaşifim de yok. Coğrafyacı dünyayı dolaşıp da, şehirleri, ırmakları, dağları, denizleri, okyanusları, çölleri sayamaz. Onun dolaşacak vakti yoktur. Yazı masasından ayrılmaz. Ama kaşifleri kabul eder, onlara soru sorar, anılarını not eder. Sonra kaşifin anlattıklarını ilginç bulursa, önce kaşifin ahlakı üstüne bir araştırma yaptırır.
- Ne diye?
- Çünkü kaşif yalan söylecek olursa, coğrafya kitanında korkunç yanlışlar çıkabilir. Hele kaşif içkiye düşkünse, iş büsbütün karışır.
- Neden?
- Çünkü sarhoşlar çift görür. Bir dağ olan yerde iki dağ gösterebilir.
- Ben öyle bir adam biliyorum ki, pek kötü bir kaşif olurdu.
- Olabilir. İlk araştırma iyi sonuç verirse, kaşifin buluşu üzerine de bir araştırma yapılır.
- Gidip yerinde mi kontrol edilir?
- Yoo... o zor iş! Kaşiften kanıtlar istenir. Örneğin, büyük bir dağ buldum, derse, büyük taşlar getirip göstermesi gerekir.
Coğrafyacı birden coştu:
- Sen uzak yerlerden geliyorsun, kaşifsin. Gezegenini anlat bana.
Defterini açtı, kalemini yonttu. Adet öyledir: Kaşiflerin anlattıkları önce kalemle kaydedilir. Kaşif söylediklerinin doğruluğunu kanıtladıktan sonradır ki, notlar mürekkeple yazılır.
- Başla bakalım, dedi coğrafyacı.
- Eh, benim yerim pek ilgi çekici değildir, küçücük bir yerdir. Üç yanardağım var. İkisi yanar, biri sönmüştür. Ama belli olmaz, bir gün gene yanacağı tutar.
- Belli olmaz, dedi coğrafyacı.
- Bir çiçeğim de var.
- Çiçekleri kaydetmeyiz.
- Neden? En güzel şeyim o.
- Çünkü çiçekler fani şeylerdir.
- Fani de ne demek?
- Coğrafya kitapları dünyanın en ciddi kitaplarıdır. Hiç modası geçmez. Bir dağun yer değiştirdiği kırk yılda bir görülür. Bir okyanusun kuruduğu da pek görülmez. Biz kalıcı şeyleri yazarız.
Küçük Prens sözünü keserek:
- Ama yanardağlar tekrar yanabilir, dedi. Fani ne demek?
- Yanardağlar sönmüş olsun, yanar olsun, bizim için hepsi bir. Bizi ilgilendiren dağın kendisidir. Dağ dağ olmaktan çıkmaz ya.
Ama ömründe sorduğu sorudan vazgeçmeyen Küçük Prens direndi.
- Peki, ama fani ne demek?
- Fani, ortadan kaybolmağa, yok olmaya mahkum demektir.
- Çiçeğin ortadan kaybolmağa mahkum mu?
- Elbette.
Küçük Prens de: "Çiçeğim fanidir" diye düşündü. "Çiçeğimin, kendisini savunması için yalnız dört dikeni var ve onu yapayalnız bıraktım gezegenimde!"
İlk defa pişmanlık duydu. Kendi kendine cesaret vererek, coğrafyacıya:
- Nereleri gidip görmemi salık verirsiniz? diye sordu.
- Dünya denilen gezegeni. İyi bir şöhreti vardır...
Küçük Prens de çiçeğini düşünürken yola koyuldu.
- Bak, bir kaşif geliyor, diye bağırdı.
Küçük Prens masasının üstüne oturdu, biraz soluk aldı. Yolculuktan yorgun düşmüştü.
Yaşlı bay:
- Nereden geliyorsun? diye sordu.
- Bu büyük kitap da ne? dedi Küçük Prens. Ne yapıyorsunuz burada?
- Ben coğrafyacıyım.
- Coğrafyacı olmak ne demek?
- Coğrafyacıi denizlerin, ırmakların, şehirlerin, dağların, çöllerin nere olduğunu bilen bir bilgindir.
- Oo... çok ilginç bir iş! İşte gerçekten bir meslek, dedi Küçük Prens ve çevresine bir göz gezdirdi.
Böyle görkemli bir gezegen görmemişti daha.
- Gezegeniniz pek güzel. Okyanusları var mı?
- Bilemem.
- Nasıl olur? (Küçük Prens hayal kırıklığına uğramıştır.) Dağlar var mı?
- Onu da bilemem.
- Peki, şehirler, ırmaklar, çöller mi var?
- Onu da bilemem.
- Peki, coğrafyacı değil misiniz?
- Coğrafyacıyım, ama kaşif değilim. Kaşifim de yok. Coğrafyacı dünyayı dolaşıp da, şehirleri, ırmakları, dağları, denizleri, okyanusları, çölleri sayamaz. Onun dolaşacak vakti yoktur. Yazı masasından ayrılmaz. Ama kaşifleri kabul eder, onlara soru sorar, anılarını not eder. Sonra kaşifin anlattıklarını ilginç bulursa, önce kaşifin ahlakı üstüne bir araştırma yaptırır.
- Ne diye?
- Çünkü kaşif yalan söylecek olursa, coğrafya kitanında korkunç yanlışlar çıkabilir. Hele kaşif içkiye düşkünse, iş büsbütün karışır.
- Neden?
- Çünkü sarhoşlar çift görür. Bir dağ olan yerde iki dağ gösterebilir.
- Ben öyle bir adam biliyorum ki, pek kötü bir kaşif olurdu.
- Olabilir. İlk araştırma iyi sonuç verirse, kaşifin buluşu üzerine de bir araştırma yapılır.
- Gidip yerinde mi kontrol edilir?
- Yoo... o zor iş! Kaşiften kanıtlar istenir. Örneğin, büyük bir dağ buldum, derse, büyük taşlar getirip göstermesi gerekir.
Coğrafyacı birden coştu:
- Sen uzak yerlerden geliyorsun, kaşifsin. Gezegenini anlat bana.
Defterini açtı, kalemini yonttu. Adet öyledir: Kaşiflerin anlattıkları önce kalemle kaydedilir. Kaşif söylediklerinin doğruluğunu kanıtladıktan sonradır ki, notlar mürekkeple yazılır.
- Başla bakalım, dedi coğrafyacı.
- Eh, benim yerim pek ilgi çekici değildir, küçücük bir yerdir. Üç yanardağım var. İkisi yanar, biri sönmüştür. Ama belli olmaz, bir gün gene yanacağı tutar.
- Belli olmaz, dedi coğrafyacı.
- Bir çiçeğim de var.
- Çiçekleri kaydetmeyiz.
- Neden? En güzel şeyim o.
- Çünkü çiçekler fani şeylerdir.
- Fani de ne demek?
- Coğrafya kitapları dünyanın en ciddi kitaplarıdır. Hiç modası geçmez. Bir dağun yer değiştirdiği kırk yılda bir görülür. Bir okyanusun kuruduğu da pek görülmez. Biz kalıcı şeyleri yazarız.
Küçük Prens sözünü keserek:
- Ama yanardağlar tekrar yanabilir, dedi. Fani ne demek?
- Yanardağlar sönmüş olsun, yanar olsun, bizim için hepsi bir. Bizi ilgilendiren dağın kendisidir. Dağ dağ olmaktan çıkmaz ya.
Ama ömründe sorduğu sorudan vazgeçmeyen Küçük Prens direndi.
- Peki, ama fani ne demek?
- Fani, ortadan kaybolmağa, yok olmaya mahkum demektir.
- Çiçeğin ortadan kaybolmağa mahkum mu?
- Elbette.
Küçük Prens de: "Çiçeğim fanidir" diye düşündü. "Çiçeğimin, kendisini savunması için yalnız dört dikeni var ve onu yapayalnız bıraktım gezegenimde!"
İlk defa pişmanlık duydu. Kendi kendine cesaret vererek, coğrafyacıya:
- Nereleri gidip görmemi salık verirsiniz? diye sordu.
- Dünya denilen gezegeni. İyi bir şöhreti vardır...
Küçük Prens de çiçeğini düşünürken yola koyuldu.